Sal: 38 / Hejmar: 455 / Mijdar 2019
Şengal çölün ortasında yükselen bir özgürlük kalesi olmalıdırTebax 2019
PAJK Koordinasyonu “Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir” demiş Dadaloğlu. Fermanlar hep halkların iktidarlara nasıl boyun eğeceğini, teslim olacağını ve uyulmadığı takdirde kahredici ordular tarafından üzerlerine gidilip, yok edileceğini söylemiş. Fermanlar padişahların, kralların, iktidarların ağzından çıkmış ve katliam kararlarının adı olmuş. Çünkü ezilenler iktidarı bir tek böyle tanımışlar. Katliam emri veren fermanlarıyla... Uygarlık efendilerinin iktidarlarına boyun eğmeyi, teslim olmayı dayatan buyruklarına karşı fermanların ulaşamadığı, buyrukların hükümlerinin olmadığı direniş ve mücadele mekanlarını tarif etmiş Dadaloğlu. Tarihin ve toplumların mücadele deneyimlerinden süzülen derin bir bilgi... Bu bilgi direnen ve var olmak için hep dağlara sırtını dayayan halkların hafızasının derinliklerinde yer almış, alıyor. Bu bilgi en çok da bin yıllardır iktidarların, devletlerin ve onların maşası haline getirilen merkezi inanç sistemlerinin saldırısı altında olan Êzidî toplumunun hafızasında saklı. Sadece hafızada yer almıyor; yaşam her türlü zorluğa, saldırıya ve katliama karşı kendi coğrafyasında ve kendi kökleri üzerinde devam ediyor. Şengal; Mûsil çöllerinde bir özgürlük vahası. Kadim bir kültürün direniş meskeni. Uzunca oluşmuş, yılan gibi kıvrılan bir dağ silsilesi; uçsuz bucaksız bir düzlüğün içinde başını kaldırmış, üstünden bulutların ve rüzgârın eksik olmadığı, çölün sarısına ve sonsuz gibi gelen düzlüğüne karşı, yeşilliği ve sarp yapısıyla bir yaşam ve savunma alanı olarak uzayıp gidiyor. Bir kültüre, bir halka, bir direnişe sahiplik ediyor, mesken oluyor Şengal dağı. Direnişin ve dağın ilişkisi çok güçlü... Direnenlerin dağla ilişkisi çok derin. Dağ direnişin merkezi; direniş dağlarda anlam buluyor, dağlarda yükseliyor, koruyor, yaşatıyor ve sonuç alıyor. Êzidîlik binlerce yıl yaşayabiliyorsa, 74 fermana rağmen ayakta kalabiliyorsa bunu dağlara, dağlarına borçlu. Bir de bu inancın, kültürün gücüne... Kültür, inanç ve Êzidî varlığı dağların yücesinde asi ve asil kalmayı başarmış. Bu yüzden de binyıllardır merkezi iktidarların ve devletle bütünleşerek egemenliğin hizmetine girmiş inanç ve fikirlerin hedefi olmuş. Çünkü Ezda-Ezdayilik-Êzidî olmak bugünkü toplumsallığın bambaşka bir ucunda duruyor. Bu yüzden yapısal olarak hakikat dışı-toplumsallık karşıtı olan egemen yapılarla birlikte, milliyetçiliklerin, fanatik dinciliğin hedefi olması da anlaşılır mecradadır. Ve Êzidîlik her fermanla kendini dağlara vurup savunurken bu şekilde varoluşunu koruma altına almaya çalışmış. Êzidîler bu çağın gerçeğine rağmen en direnişçi güçlerden biri olarak var olmaya çalışıyorlar. Binlerce yıldır kendi yoksulluklarında, içe kapanıklıklarında yaşamaya ve kendilerini korumaya çalışıyorlar. Kendini dışa kapatarak koruma alışkanlığı bir paradoks da yaratıyor. Kültürünü bu kadar içe dönük yaşamak ve kapalı olmak bir yandan da yalnız kalmasını ve saldırıların hedefi olmasını da getiriyor. On iki PKK’li gerilla DAİŞ’in ilerlemesinin ve büyük bir Êzidî katliamının önüne geçti Dağlara sırtını dayayıp inancını ve yaşamını sürdüren, kendini diğer toplumlardan soyutlayan ve uygarlıkla ilişkilerini sınırlayan Şengalli Êzidîler, Saddam’ın fermanı ile dağdan indirilerek, Şengal dağlarının altındaki ovaya kurulan şehirde yaşamaya zorlanmışlar. Şehir ise, savunmasızlığın yeridir, dağlarda kendini savunmaya alanlar için. Savunmanın artık toplumun elinden çıktığı, devletin gasp ederek eline geçirdiği yerdir şehirler. Bir de kapitalist uygarlığın toplumlara dayatıldığı, kendi yaşam ölçülerini yaratan bir meskendir. Yine de kendilerini korumak için, katı inanç yapılarından ve geleneklerinden vazgeçmemiş Êzidîler. Bunu yaparken diğer inanç ve halklarla birlikte yaşamayı da başarmışlar. Şengal şehrinde Araplarla, Türkmenlerle, Süryanilerle, Müslümanlarla iç içe yaşamışlar. Bir denge de yaratılmış. Êzidîlerin inancına saygı gereği, camiden okunan ezandan “o kelimelerin” olduğu bölüm bile çıkarılmış. Êzidîlerin üst üste kurulmuş bu binalardaki yaşamının, dağlardaki kültürel ve doğal yaşamlarıyla aynı olması, elbet mümkün değil. Ulus devletin kültürlere, toplumsallığa, hele de alternatif oluşturan tüm farklılıklara nasıl da mezar olduğu düşünüldüğünde, dağlardan indirilerek, toplu biçimde şehre hapsedilmenin nasıl bir politika olduğu, neyi amaçladığı daha iyi anlaşılıyor. Yaşam zemininin ve kültürü yaşatan kutsal mekanların elinden alınması toplumlar açısından hafızanın ortadan kaldırılması çabasıdır. Toplumların sürgün edilmeleri, yerlerinden edilmeleri, yaşadıkları mekanlarda yarattıkları maddi ve manevi değerlerine dönük saldırılar bu nedenle amaçlıdır. İşgal edilen yerlerdeki kutsal mekanlar tahrip edilir. Tarihi eserleri talan edilir, yok edilir, yakılıp yıkılarak geriye hatırlanacak birşey bırakılmamaya çalışılır. Her yeni uygarlık gücünün kendinden öncekini toprağa gömme, ateşe verme, ortadan kaldırma konusundaki gözü dönmüş çabası bundandır. DAİŞ’in girdiği her yerde tarihi eserlere, mekanlara saldırısı, Ortadoğu’nun zengin tarihini, mirasını ortadan kaldırma değil miydi? Türk devleti tarafından hazırlanan çetelerin Efrîn’e girdiklerinde Demirci Kawa heykelini o biçimiyle yıkmalarının nedeni; bu intikam ve öfke duygusu, toplumun maneviyatından korku ve buna düşmanlık anlamı taşımıyor muydu? Şengal’e giren çeteler de kubbelerin içine insanları koyarak patlatıyorlardı. Hepsi aynı nedenden dolayıdır. Çünkü varoluş ve beslenme kaynakları aynıdır. Şengal dağından Mûsil ovasına inip düşmanlarının ordularının içine dalan Derweş ve On İkiler ovadaki savaşta yenildiler. Mûsil ovasından ilerleyerek Şengal’de Êzidîleri katletmeye ahdeden DAİŞ’liler de ovadan dağlara kaçan Êzidîlere ulaşmaya çalışırken bu kez dağlardaki On İkiler tarafından yenildiler. On iki PKK’li gerilla DAİŞ çetelerinin ilerlemesinin ve büyük bir Êzidî katliamının önüne geçti. Kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemediği vahşi orduların karşısına, on iki kişi olarak çıktılar. Halkı kurtardılar. Sonra çoğaldılar. Dağlardan halaylarla indi gerilla, Kürdistan’ın dört bir yanından Şengal’e aktılar. Rojava’dan, Bakur’dan, Başûr’dan geldi Derweş’in ruhunu kuşananlar, onun cesaretini ve onurunu sahiplenenler... 3 Ağustos 2014 Şengal ve Êzidî toplumu için yeni bir ferman tarihiydi Ve Şengal’in özgürlüğüne, direnerek var olmanın inancına sahip Berxwedanlarla buluştular. Berxwedan; dağ gibi bir Êzidî komutanı, halkının onurunu Reber Apo’nun fikirleriyle buluşturarak, özgürlüğü yaratmanın kesinliğine inanmış bir Şengal yiğidiydi. PKK halklaştı, Êzidîleşti, Şengal dağıyla birleşti. Çocukların zafer işareti yapan küçük parmaklarında ve “Bijî Serok Apo” diyen o küçücük dillerinde kurtuluşun parolası oldu. Sonra adım adım ilerlediler. Dağlardan ovaya bir koridor açıp özgürlüğe giden bir savaşım başlattılar. Aylarca bir mahalleye sıkışmış ve etrafları tümden kuşatılmış şekilde şehir merkezinde savaştılar, DAİŞ’i geriletip onların ele geçirdiği yerleri geri aldılar. Pirdoğan, Canfeda fedaice girdi DAİŞ çetelerinin elindeki tepelere, Tîrej her güne suikast silahına sarılmış olarak uyandı, Newrez kapıların ve girişlerin bekçisiydi. Berîvan, Zîlan, Edessa, Armanc, Vîyan, Vînar, Evrim, Sitî Nisret’in savaşçılarıydı Şengal’de... Sonra savaşarak kendi topraklarını, onurlarını kurtarmanın gururunu yaşadılar. Direnmenin, özgürlüğü getirdiğini gördüler. Reber Apo’nun fikirleriyle tanıştılar. PKK’li gençlerin ahlâkı ve fedakârlığı ile insanlığın hâlâ ölmediğini anladılar. O gençlerden bulaşıcı bir umut ve cesaret yüklendiler. Küskün ve inançsız düştükleri, “Hêviyê xwedê” diye bıkmışlıklarını anlatan cümlelerden “Serkeftin” temennileri ile çatışmalara yol aldıkları bir döneme geçtiler. İçe kapalı, korkulu, hep mağdur ve zulme uğramış toplumların o ezik halinden, gururlu, başı dik bir toplum doğdu. Kaçırılan Êzidî kadın ve çocuklarının toplum psikolojisinde yarattığı yıkım ve yaralar, kurtarılan kadın ve çocukların Şengal’e dönüşleriyle sarılmaya başlandı. Kadınlar, kolayca ele geçen ve savunulmaya, korunmaya ihtiyacı olan bir güçsüzlükten sıyrılıp kendilerini savunmanın, binlerce Êzidî kadının intikamını almanın mücadelesine giriştiler. Öz savunmaları, meclisleri, kurumları, örgütlenmeleri ile kendi hakkında karar verme gücüne ulaşmış, sesini duyurmaya daha istekli, bunu yapabilen, direnen, güçlü bir Êzidîlik var şimdi. Gözlerinde korku ve çaresizlik yok. “Bizi kim savunacak” diye etraftan bekleme yok. Güneşin çocuklarının gözlerinde, güneşin ışıltıları ve ateşin kıvılcımlarından yalımlar var artık. Halkın dilinde “Fermandan önce ve fermandan sonra” diye zamanı tanımlamak için gelişen tanımlar “PKK’den önce, PKK’den sonra” şeklinde yeni bir yaşamın ve inancının ifadelerine dönüştü. Şengal; Rêber Apo'nun düşünceleri, gücü ve ideolojisi ile kendini yaratıyor şimdi. 3 Ağustos 2014 Şengal ve Êzidî toplumu için yeni bir ferman tarihiydi. Toplum hafızasında sadece çetelesi tutulan fermanların tarihleri ve sayısı kayıtlıydı. 74 fermanın anılarıyla, acılarıyla, korkularıyla başbaşa kalmış bir toplum gerçeği vardı karşımızda. DAİŞ saldırısında binlerce Êzidî katledildi, binlerce kadın ve çocuk kaçırılıp pazarlara sunuldu. Onbinlercesi göç yollarında eridi, helak oldu. Ancak yüzbinleri kurtaran bir güç vardı farklı olarak. Artık savunmasız değildi Êzidîler. YPG savaşçıları ve PKK gerillalarının Şengal’de geliştirdiği özgürlük ve mücadele bilinci sayesinde bugün YBŞ-YJŞ ile büyük bir irade ve güç sahibidir Êzidîler. PKK oradan çıkarken, kendini nasıl ve neye karşı savunacağını bilen, örgütlenmenin gücü ile kendi kendine yetebilen, özgürlük ideolojisi ile bilinçlenmiş bir toplum bıraktı geride. Şengal halkı kendi statüsünü belirlemede kararlı olmalı, kendi kararını vermelidir Bugün kendi özsavunma gücüne sahip olan Êzidî toplumu hiçbir güçten beklenti içinde olmadan, kendi demokratik özgür yaşamını kuracak bilinçli iradeye sahiptir. Ne Amerika ne Avrupa ne de işbirlikçi Kürt güçlerinin bu halka vereceği bir şey vardır. Kaldı ki bu acılı yıllar içinde hem Êzidî katliamı hem de Şengal’e yapılan DAİŞ saldırısının bu güçlerin eli ve desteği ile olduğu ortaya çıktı. Ortadoğu’yu, Irak’ı şekillendirmek isteyen kapitalist modernite güçleri bir yandan DAİŞ adlı canavarı yaratıp halkların üzerine saldırtırken, diğer yandan kendini kurtarıcı ve kahraman olarak göstermek istediği ortaya çıkmıştır. DAİŞ çetelerinin elinde yıllarca esir kalmış kadınlar kurtarıldıktan sonra güya insani duyarlılık, sahiplenme ve rehabilite etme adına Avrupa’ya götürerek, katliamlara yol açan politikalarını her türlü acıyı yaşamış insanlarımız üzerinden temize çıkarma çabası da kabul edilmezdir. Avrupa toplumu bu kadınlar üzerinden günah çıkaramaz. Êzidîlerin yaşadığı soykırım bile hala kabul edilmemişken tek tek bireyler üzerinden bu güya insani yaklaşım nasıl kabul edilebilir ki? Bu sahtekârca tutumlardan vazgeçilmelidir. Bu nedenle, öncelikle Êzidî soykırımı resmi olarak kabul edilmelidir. Soykırıma uğrayan bir toplumun, toplumsal hakları kapsamında ele alınması gerekmektedir. Magazinleştirdikleri ve Hollywood filmlerine konu yaptıkları acılarımızı oturup bu şekilde izlemelerine alet olamayız. Bugün Ortadoğu toplumları olarak, kapitalist sistemin planlarını anlar düzeye gelmişiz. Sırtımızı hiçbir emperyalist güce dayamadan, içinde yaşadığımız coğrafyadaki halklarla birlikte çözüme gitmek, ortak mücadele gücü yaratmak, özgürlüğün anahtarı olacaktır. Özgür yaşam ve demokratik bir Ortadoğu gerçeği ancak böyle oluşacaktır. Yüzlerce kadim geleneğe, halklara, kültürlere, inançlara ev sahipliği yapan bu coğrafyada demokratik barışçıl yaşamı kendi özgücümüzle yaratacak güçteyiz. Önder Apo’nun paradigması ve perspektifleri özgür yaşam ve toplumun nasıl kurulacağını, demokratik bir Ortadoğu gerçeğinin nasıl yaratılacağını açıklamaktadır. Rojava’dan başlayarak bunun modeli örülmeye çalışılıyor. Sadece teorik bir gerçek olmayı aşmış ve yaşamsallaşmaktadır. Birinci ve İkinci dünya savaşları ile parça parça edilen, ulus devlet yapılarıyla katledilen, kadim kültürel varlığı ve gücü elinden alınan Ortadoğu coğrafyasını, Üçüncü Dünya Savaşı’nda yeniden birleştirme, halklar arasındaki parçalanmaya ve düşmanlığa son verme şansına sahibiz. Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi ile tüm sahte ayrışmalara, düşmanlıklara ve iktidarların toplumları inim inim inleten gücüne karşı, halkların gücünü açığa çıkarabiliriz. Eşit ve özgür toplumlar olarak, insanlık alemi içinde yerimizi bulabiliriz. Bu bütünlük içinde her halkın, inancın ve toplumsal gerçeğin kendi rengini koruması, kültürünü ve hakikatini yaşamsal kılması, demokratik sistemini oluşturması için de özerk yapısını yaratması gerekmektedir. Birlik içinde farklılık, tüm tekçi zihniyetlerin korkusudur. Halkların, toplumların doğası gereği farklılıkları barındırdığı ve bu farklılıkların, uygarlığın müdahalesi ve düşmanlaştıran politikaları olmadığı sürece bir arada yaşamayı başardığı, tarihsel gerçeğin gösterdiği kesinliklerdir. Şengal halkı kendi statüsünü belirlemede kararlı olmalı, kendi kararını vermelidir. Demokratik Ulus anlayışı temelinde, diğer ulus ve halklarla tümden bağları kesmeden, ayrışmadan, ancak kendi özgücünü ve öz yönetimini işleteceği, demokratik yaşam koşullarını oluşturacağı bir özerk sistem, Şengal’in statüsü olmalıdır. Şengal’in böyle bir demokratik öz yönetim oluşturması Irak geneli için de bir model olabilecek güçtedir. Toplumun kadim özgürlükçü özü ile demokratik modernitenin özgürlükçü yönetim ve yaşam sistemini oluşturması çağdaş, demokratik, kadın özgürlükçü; doğaya, yaşama, tüm inançlara ve halkların özgür yaşamlarına saygılı bir toplumsal sistem demek olacaktır. Êzidîler düşmanlık besleyen, savaş yanlısı bir toplum değildir Şengal halkı bu beş yıllık süreç içinde katliam tehlikesini bertaraf etti. PKK gerillalarının desteği ve öncülüğünde DAİŞ’in işgal ettiği alanları savaşarak ve bedel ödeyerek geri aldı. Savunma gücünü ve tecrübesini, güvenini oluşturdu. YBŞ ve YJŞ’yi kurdu. Binlerce genç bu birliklerde Şengal’in savunması için gönüllü temelde yerini alıyor. Kendi çıkarlarını temsil edeceği partisini kurdu. Şengal Halk Meclisi’ni, kadın meclisini ve demokratik kurumlaşmalarını oluşturarak, kendi yaşamını yürütme, politika belirleme ve demokratik yaşamda doğrudan var olmanın örgütlülüğünü yarattı. Şengal halkının örgütlülüğü ve özgücü oluşmuş durumda. Bu kadar güçlü bir örgütlenmeye sahip, demokratik ve barışçıl yaşam arayışı içinde olan bir toplumun, Irak gerçeği içinde diğer halklar ve inançlarla eşit bir temelde bir arada yaşaması için koşullar oluşmuştur. Halklar arası düşmanlık ulus devlet homojenliğiyle milliyetçiliğin, dinciliğin ve cinsiyetçiliğin oyunlarıdır. Êzidîler düşmanlık besleyen, savaş yanlısı bir toplum değildir. İnancı, kültürü, geleneği buna izin vermez. Tek istediği, kendi inancına ve yaşamına saygılı olunması ve Irak bütünlüğü içinde siyasi, hukuki, inançsal, sosyal haklarının tanınması, yani bir toplum olarak sahip olması gereken hakların, resmi olarak kabul edilmesidir. Bu konuda Irak anayasası da uygundur. 2007 yılında kabul edilen 140. madde gereği, referandum ile Şengal halkının kendi statüsünü belirleme hakkı vardır. Bu referandumun yapılması hep engellendi. Ayrıca Şengal halkı şimdiki gibi örgütlü, kendi kendini yönetme ve demokratik taleplerini gündeme getirme gücünde de değildi. Ancak şu anda oluşturduğu örgütlenmeler, meclisler ve kendini savunma konusunda gösterdiği irade ile özerk bir yapıyı oluşturma ve yürütme konusunda gücü olduğunu ortaya koymuştur. Bunu başkalarının gücüne dayanarak değil, kendi özgücü ile yürütme iddiasındadır. Irak bütünselliği içinde özerk bir alan olarak, kendini demokratik temelde yönetme hakkı vardır. Üçüncü Dünya Savaşı ile kültürler ve halklar arasındaki çelişkileri derinleştirerek birbirine karşı savaştırma politikalarına ve Ortadoğu’da halklar arası kutuplaşma ve çatışmaya da ancak böyle son verilebilir. Şengal için yerleşim alanları inşa edilmeli Başûr yönetimi Şengal’in özerk olmasını istememektedir. Şengal’in Başûrê Kurdistan hükümetine bağlı olmasını istiyor. Ayrıca, Irak merkezi hükümeti’nin riyakâr tutumu da belirginlik kazanıyor. Ancak Şengal halkının iradesi bu konuda ne diyor, halk buna nasıl yaklaşıyor; bu önemlidir. Birincisi; Êzidî halkı kendisini en zor ve katliamla yüz yüze kaldığı bir zamanda bırakıp kaçan bir güce, tekrar güvenecek mi? Tekrar bu yönetimin gölgesi altında yaşamayı kabul edecek mi? Halkın özgürlüğü ve demokratik yaşamı için hiçbir şey yapmayan, Êzidî toplumunu parçalayan, yerel çıkarlarına hizmet temelinde kullanmak için faydacı bir yaklaşım içine giren KDP’yi kabul etmeyeceği kesindir. İkincisi; para ile maddi göz boyamalar ve bazı işbirlikçi kesimlere dayanarak, Şengal halkını kendine bağlamaya, etkilemeye çalışan KDP’nin, öncelikle halkın istemlerine ve kararlarına saygılı olması, kendi ihanetinin özeleştirisini vermesi gerekir. Üçüncüsü; gelinen aşamada halkımızı parçalaması, Başûr’u işgale açması, TC devleti ile geliştirdiği kirli ittifakı en üst düzeye ulaştırması, tarihi Kürt ihanetinin Kürt halkının çıkarlarını hep en kritik zamanlarda nasıl vurduğunu ve zorladığını göstermiştir. Bu konuda tarihi dersler çok açıktır. Mam Zeki’nin şehadetinden, katledilen ve kaçırılıp pazarlarda satılan Êzidî kadınlarının vebalinden kurtulmadan ve samimi bir özeleştiri ile Kürt birliğine ve çıkarlarına hizmet etmeye gelmeden bunun mümkün olmadığı bilinmelidir. Dördüncüsü ise; Irak hükümeti de 3 Ağustos katliamı sürecinde üzerine düşen görevleri yapmamıştır. Êzidî toplumuna yaklaşımı politiktir. DAİŞ, Şengal’deyken ve YBŞ-YJŞ aktif savaş yürütürken, ilişkilerini iyi düzeyde ve faydacı temelde tutan Irak hükümeti, DAİŞ tehdidi zayıfladıktan ve birçok alan kurtarıldıktan sonra, Êzidî savunma güçlerinin bazı alanlardan çekilmesini ve Irak ordusuna devredilmesini dayatmaktadır. Êzidî halkımızın da Irak gerçeğini iyi görmesi ve devlet politikaları karşısında kendi demokratik siyasetini yürütmesi gerektiği ortadadır. Rêber Apo son süreçte yapılan her görüşmede Şengal halkına selamlar gönderdi. En son görüşmelerde ise, Şengal için yerleşim alanları inşa edilmesini istedi. Şengal halkı 5 yıllık direniş sürecinde siyasi ve askeri olarak birçok gelişme yarattı. Ancak toplumsal inşanın yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu konuda dışardan beklentili olma yerine halk kendi içinde örgütlenerek yaşamını yeniden inşa etmelidir. Rojava’daki birçok kent de, örneğin Kobanê, DAİŞ saldırıları ile yerle bir edilmişti. Ancak yeniden yaşanacak hale getirildi. Bir toplum için siyasal ve askeri örgütlenme çok önemlidir, özellikle böyle varlık-yokluk zamanlarında. Ancak toplumsal yaşamın diğer ayaklarıyla kalıcılaştırılması ve desteklenmesi gerekir. Toplum yaşamın her alanının, kültürel, sanatsal, sosyal, yerleşime dair vb. yeniden inşası geliştirilmelidir. Şengal halkının meclisleri, komünleri var. Neden kendi yaşamlarını, köylerini, evlerini dayanışma içinde, hep birlikte inşa etmesinler ki! Önder Apo birçok yer önerdi. Hep en güzel yerleri söyledi Şengal halkı için. Ancak Şengal halkı yerinde kalmakta ısrar ediyorsa -ki, 5 yıldır her türlü zorlu koşullara rağmen dağlardaki çadırlarını bırakmamaları da bunu gösteriyor- dağların üstünde kendileri için yeni, demokratik, özgür kentlerini kurabilirler. Savunmasıyla, demokratik yönetimiyle, inançlarının gücüyle çölün ortasında yükselen bir özgürlük kalesi ve örneği olabilirler. Dünyanın ve Ortadoğu’nun çeşitli yerlerine dağılmış Êzidîleri, Şengal’e dönmek için ikna edebilirler. Şengal meclisi bu konuda çağrılar yapmalı, halkın geri dönüşünü sağlamak için çalışmalıdır. Şengal’e dönüş konusunda Önderliğin de, Özgürlük Hareketi’nin de çağrıları oldu. Şengal’i bırakmak ve başka ülkelere, özellikle de Avrupa’ya gitmek demek, kapitalist modernitenin asimilasyon ve kültürel kırım politikalarının mağduru olmak demektir. Fiziki yaşamlarını kurtarma adına gidilen Avrupa’da ancak bu nesil Êzidîliğini biraz yaşayabilir. Sonrası ulus devlet katliamından, homojenleştirmesinden, kapitalist modernist yaşamın yozlaştırıcılığından farketmeden zehirlenmiş ve kendini yitirmiş bir Êzidîlik olacaktır. Şengal’e dönüş bu yüzden çok önemlidir. Êzidîler, Êzidxan diye tarif ettiğimiz kutsal mekanlarını bırakmamalıdırlar. Êzidîler, Êzidxan olmadan dağılmaktan kurtulamazlar. Êzidxan toprakları üzerinde, kendi kökleri üzerinde özgür ve onurlu yaşayabilirler. Ancak Şengal’de inanç, kültür, bayramlar, çocuk gülüşleri, kadınların onurlu, gururlu duruşlarının asilliği korunabilir. Hep ağlayan, ağıt yakan değil; halaylarla, tilililerle yeni yaşamı, özgürlüğü, mücadeleyi geliştiren bir çağ başlatabilirler. Fermanlarla değil, kendini savunmuş ve yeniden yaratmış, zafere ve özgürlüğe ulaşmış, insanlık alemi içinde hakettikleri onurlu yere sahip olmuş bir toplum olarak, tarihe geçebilirler. En kadim ve kök kültürün gücüyle özgür yaşamlarını inşa ederek örnek de olabilirler. Fermanlardan, 3 Ağustos 2014 DAİŞ saldırısında yaşanan yıkımdan ancak kendi mekanlarında, kendi demokratik yaşamlarını inşa ederek kurtulabilirler. | ||
© 2019 Serxwebûn |